İnsanın, başkasının acılarını, kaygılarını görüp o acı ve kaygılara ortak olmasını sağlayan ahlakın, başlıca kurucusu edebiyattır. Bir kimsenin ne sıkıntılar çektiğini, yüreğindeki yarayı anlamamız için kendisini görmemiz, diyeceklerini dinlememiz yeterli değil; görmek, dinlemek başka, anlamak başkadır. Kişi hakkında bilgi ediniriz, ama bu bilgi içimize işlemez, bizi sarmaz.
Bencil olan insanoğlu, yalnız kendisini düşündüğünden başkalarının gördüğü dertleri kendi derdi gibi kavrayamaz. Bizi bu bencillikten yalnız edebiyat kurtarır; şiirler, öyküler, romanlar, tiyatrolar kurtarır. Bize, roman, öykü, şiir, tiyatro ile insanların içlerini açıverir; başkalarının acılarını, sevinçlerini duyurur. Okuduğumuz bir romandaki, seyrettiğimiz bir tiyatrodaki kişiyi (kahramanı) anımsarız. Onları kendi içimizde hisseder, hayalimizde gerçekleştiririz.
İlim bize dışı öğretir, ilmin öğrettikleri bizim dışımızda kalır; sanat ve edebiyat ise öğretmez, sezdirir, kavratır. Ahlakın da istediği asıl bu sezme, kavrama gücüdür. Edebiyattan geçmemiş insanın hayali işlemez ki başkalarının acılarını anlasın, dertlerine ortak olabilsin.
Bir toplumda ahlakın ilerlemesini, düzelmesini istiyorsanız, o toplumda edebiyat ve sanat merakını uyandırmaya, geliştirmeye çalışın. Çocuklara gençlere romanlar, şiirler, öyküler, masallar okutun; onları tiyatroya, sinemaya götürün. O roman, öykü ve tiyatroların kahramanları ile tanışsınlar, onların hayatlarını öğrenip, hayallerini yaşasınlar; böylece onların içlerini görür, dolayısıyla gerçekleri daha iyi kavrarlar.
Çocuğunuz büyüyünce ne olmak istiyorsa olsun, küçükken siz ona edebiyatı sevdirmeye bakın, bilgi sonradan gelir, önce insanlığını kurma hayalini işletmesi gerekir. Nedeni, duyarlılığınızı dile getirmesi, daha önce de sizde var olan ama çözülmemiş bir durumda orada duran duygularınızın çözülmesini edebiyat gerçekleştirir.
Edebiyatın bir türü olan şiirin de insan yaşamında önemli bir yeri vardır. Şiir insanı değiştirir. Bir okuyucu bir şairi tanımadan önce başka, tanıdıktan sonra başka insandır.
Şiirin, yalnız şiirin yüklediği bir görev daha vardır toplumda. Şairler her şeyden önce toplumun sözcüleridir. Hatta şairleri öbür sanatçılardan bile ayırmak gerekir. Çünkü diğer edebiyatçıların hepsinin yolu önce şiirden geçmiştir. Şiirde başarılı olamayanlar sonradan öbür türlere yönelirler. Zira lise çağlarında hepimizin başvurduğu ilk edebi tür şiirdir!
Şiirin, bir sözcük işçiliği olduğu ve duyguların en yüksek noktasını yakalaması gerektiği bilinir. Bu sözcükleri düzyazı kuralları içinde düşünmemek gerekir. Şiir bir ritim işidir. Şiirde kullanılan temel gereç olan dil, duygunun o en yüksek noktasındaki halini sözcüklere döker.
Şiir usa aykırıdır. Bu, şiirde mantıksızlık ve anlamsızlık demek değildir. O halde bu sözden ne anlaşılır? Bu konuda estetikçi Christopher Caudwell, “şiir tutarsız veya anlamsız demek değildir.” Şiir dilbilgisi kurallarına uyar ve genellikle bir şey açıklayabilir. Şiir, en güzel yazıldığı dilde kendini ifade edebilir. Aynı şiir ne denli güzel tercüme edilirse edilsin yazıldığı dildeki anlamı ve yarattığı duyguyu o dilde yansıtamaz. Bir şiirin açıklaması aslının aynı ifadelerle anlatılsa bile artık aynı şiir değildir. Oysaki roman, öykü, masal, destanlar kolaylıkla başka dile çevrilir; belki de yazıldığı dilden daha güzel bir yapıt ortaya çıkabilir.
Türkiyeli bir gazetecinin Güney Amerika seyahati sırasında sohbet ettiği Güney Amerikalı gazeteciye Türkiyeli olduğunu söyleyince; ”Ne mutlu size ki siz Nazım Hikmet’in şiirlerini Nazım Hikmet’in şiirlerini yazdığı dilden okuyorsunuz” demişti. Bu örnekten de anlaşılacağı üzere şiirin tadı, tuzu, anlamı içeriği yazıldığı dille anlaşılır. Tercüme edilen bir şiir, çevirmen tarafından ne denli güzel çevrilirse çevrilsin, aynı tadı vermez.
Şiir simgesel değildir. Simge insan dışındaki bir nesnenin karşılığıdır. Şiirdeki sözcükler ise, yalnızca dış nesneleri göstermez. Asıl olan coşkuların uyumunu sağlamaktır. Şiir ile düş arasında benzerlik vardır. İkisinde de simgesel bir dünya kurulur. Ancak şiirde duygu, bir düşte olduğu gibi dağınık değildir, ”yönetilebilen” bir duygudur. Ayrıca şiirsel çağrışımlar toplumsaldır.
Şunu anlıyoruz ki şiir tanımlaması karmaşık bir olgudur.
***
Yaşadığımız coğrafya olan Çukurova, toprağının bereketinden olsa gerek, yazın ve görsel sanatlarda da bereketlidir. Türk edebiyatında bilinen birçok şair ve yazarın yanı sıra görsel sanatlarda da birçok sanatçı yetişmiştir.
***
Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eyler ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir.
Belimizde kılıcımız kirmanı
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet vermiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir.
Diyen DADALOĞLU şiirlerinde; vurma, vuruşma, yiğitlik konularını işlerken;
İncecikten bir kar yağar,
Tozar elif elif deyi…
Deli gönül abdal olmuş,
Gezer elif elif deyi…
Elif’in uru nakışlı,
Yavru balaban bakışlı
Yayla çiçeği kokuşlu,
Kokar elif elif deyi…
Karacaoğlan nağmelerin,
Gönül sevmez değmelerin,
İliklenmiş düğmelerin,
Çözer elif elif deyi…
Diyen KARACAOĞLAN ise şiirlerinde sevmeyi, sevilmeyi, doğayı, güzelliği işlemiştir.
Düzyazı tarzındaki yapıtları ile Çağdaş Türk Edebiyatı’nın temel taşları konumundaki Yaşar Kemal’in ve Orhan Kemal’in yapıtları da Türk Edebiyatı klasikleri arasındaki yerini almıştır.
Orhan Kemal yapıtlarında; tarımsal ilişkiler sonucu, özellikle, Çukurova ve Ege’de, Köylülüğün bir yandan kent ve köy emekçilerini, öte yandan geçimlik tarımı aşıp ücretli emek kullanan kapitalist işletmeleri, dolayısıyla kırsal burjuvaziyi ürettiği kabul edilmiştir. Farklılaşma belirginleşince küçük ve orta üreticinin temsil ettiği geleneksel köylü aile yapısındaki değişmeler de belirginleşir, bu değişme-çözülme dönemine özgü yeni insanlar ortaya çıkarır. Orhan Kemal’in yapıtlarında bu insanlarla toplum arasındaki uyuşmazlık ve çatışma egemen olur, yapıtlarına kaynaklık eder.
Yaşar Kemal ise yapıtlarında destansı bir anlatım ve şiirsel bir dil kullanmıştır. Gözlem yönü güçlü olan Yaşar Kemal, insan-doğa ilişkisini süslü betimleme yeteneği ile bize en güzel aktaran yazarımızdır. Her bölge insanın sorunlarını, halkın ezilmişliğini, ağalık düzenini, toprak sorununu yapıtlarında konu olarak işlemiştir. Kırktan fazla dile çevrilen yapıtlarıyla dünyanın sayılı yazarları arasında yerini almıştır. Çağın Homeros’u olarak tanınmıştır.
***
Sanatta, kültürde, çağdaşlaşan toplumlar arzulanan uygarlık düzeyine en hızlı ulaşanlardır. Bu uğraş içinde yer alan sanatçılar da bu ışığı ilk görenlerdir, çünkü uygarlığın merdiveni sanat ve sanatçıdır. Atatürk’ün vurguladığı gibi “sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” Bizim görevimiz o “hayat damarını” canlı tutmaktır.
Yazın sanatının önemli ögeleri olan şiir ve roman,hikaye türleri ve bize kattıkları ile ilgili güzel yazını beğenerek okudum sevgili yoldasim.Kutuplasmis bir ülkede herkesin bir diğerini itibarsizlastirdigini ,oteledigini gördüğümde bu yazdıklarınız hep aklıma gelirdi ama böyle ifade edemezdim.Acaba bu kişi Nazimdan bir şiir,Yaşar Kemal ustadan bir roman okumadı mi derdim.Sanat bizi birleştiren harctir.Sanat dünyaya geniş bir açıdan bakmamizi sağlayan bir gözlüktür.Eline,emegine sağlık yoldasim.
Ayşe Yilmaz
10-08-2022 11:46